Engelleri asmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Engelleri asmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mayıs 2014 Salı

Neden ben?

 
Çocuğunuzu alıp doktorun karşısına ilk oturduğunuzda, tir tir titreyip ne olduğunu anlamaya çalıştığınızda, çocuğunuz ve size sonu gelmez sorular sorulup, cevaplar arandığında ve doktorun ağzından ilk kez "otizm" kelimesini duyduğunuz anda "Neden ben?", "Neden benim çocuğum?" soruları ile baş başa kalırsınız.
 
İçinizi kemirir bitirir bu soru. Neden ben? Neden o değil? Neden bu değil? Neden onun çocuğu değil? Neden benim çocuğum?
 
Bir piyango mudur otizmli çocuk sahibi olmak? Genetik değil, yanlış yaptığınız bir şey sonucu değil, olan bir olay sonucu değil. Normal gelişiyordu benim çocuğum. Doktoru hep mükemmel bir bebek olduğunu söylüyordu. Ama şimdi, bir anda neden ben?
 
Günlerce bu soruyu haykırarak ağladığımı hatırlıyorum ilk haftalarda. Birinin bana cevap vermesini dileyerek aylarca neden ben diye sordum. Cevap... yok...
 
İlk teşhis almamızdan 6 sene sonra bugün, artık cevabı sanırım biliyorum.
 
Hiperbarik oksijendeki çocuklarımızı beklerken bir otizm annesi bana "Allah, dağına göre kar verir" demişti. Hiç unutmam o sözünü. Şimdi tanıdığım otizm annelerine bakıyorum da... hepsi güçlü, hepsi kararlı, hepsi iyi eğitimli, hepsi çok akıllı ve hepsinin inanılmaz bir organizasyon kabiliyeti var.
 
Dağına göre kar... Ne doğru.
 
Otizmli çocuğu olmayan bazı anneleri de inceliyorum, öylesine küçük, öylesine önemsiz detaylara takılıp zaman harcayıp hem kendilerini hem çocuklarını üzüyorlar ki. Otizmli bir çocukları olsa nasıl başa çıkarlardı hiç bilemiyorum.
 
Bu güç ve yetenek, otizm teşhisinden sonra mı anneye geliyor, onu bilemiyorum ama bu dağ, çok güçlü onu biliyorum...
 
Tüm otizm ve engelli annelerine selam olsun. Sizin gücünüz dağları yerinden oynatır! Kendinize ve çocuklarınıza güvenin!
 
 

14 Nisan 2014 Pazartesi

Koro

 
 
Gürültülü ve kalabalık mekanlar, hep sorun oldu bizim için. Kızım, seslere karşı çok hassas. Heyecanlanıyor, stres oluyor ve ne yapacağını şaşırıyor.
 
Bundan üç sene öncesine kadar koroda değil şarkı söylemek, onları oturup seyredemezdi dahi. Müzik derslerine sadece 5 dakika katılıyordu. 5 dakika, 7 dakika, 10 dakika, 20 dakika derken, artık müzik dersine katılmak bir sorun olmaktan çıktı.
 
Geçenlerde koro gösterileri vardı. 10 şarkı söylendi. Kızım sadece ilk şarkıyı söyleyip, gösterinin geri kalanını benim yanımdan izledi. Bu dahi bizim için çok büyük bir başarı. Bir saate yakın olan gösteride ne kulaklarını kapattı, ne gitmeye çalıştı, ne de rahatsız olduğunu söyledi.
 
Gelecek sene daha çok şarkı söyleyecekmiş, bana öyle söyledi. Peki... Ben, çok memnunum...
 
 

11 Ocak 2014 Cumartesi

Normale doğru

 
 
 
"Normal" ne garip bir kelime. Normalden sapma ne yorucu bir durum. Hepimiz toplum içinde yok olmak için uğraşıyoruz. Çocuklarımız davranışları ile dikkat çekmesin, herkes onlara bakmasın diye saatlerce terapi aldırıyoruz. "Normal" olmak bazen ne zor.
 
"Normale" doğru adım adım giderken, son 6 senede neler yaşadığımız hep birer birer gözümün önünden geçiyor. İyisiyle, kötüsüyle 6 sene. Beni yaşlandıran, yoran, değiştiren, olgunlaştıran ve büyüten 6 sene.
 
"Normal" bir gün geçirmek öylesine güzel ki. Kendini normal hissedebilmek. Otizm yokmuş ya da hiç olmamış gibi hissedebilmek.
 
Adım adım gidiyoruz "normal" hayata. Biliyorum, hissediyorum.
 
O, bana sarıldığı, gözlerimin içine bakıp anneciğim dediği anda ne o 6 sene kalıyor geride, ne de dökülen yaşlar...
 
 
 

2 Kasım 2012 Cuma

Ilk Gosteri

Kızım ilk kez sınıfı ile bir gösteri içinde yer aldı. Öyle heyecanlı, öyle korku içindeydim ki kalbim yerinden çıkacak sandım. Tüm veliler seyrederken en sevmediği işi yapmak, şarkı söylemek, dans etmek ve tabii ki tüm o kalabalık ve gürültüye tahammül etmek.
 
Tahmin ettiğimden çok daha iyi başa çıktı kızım tüm bu karmaşa ile. Sakince sırasını bekledi, grup içinde şarkılara eşlik etti, yanıma gelip fotoğraf makinasını alarak herkesin fotoğrafını çekti, güldü, eğlendi.
 
Seninle gurur duyuyorum meleğim. O küçücük bedeninde, minicik ruhunda seni kaplayan tüm fırtınaya rağmen toplumun bir parçası olmak için verdiğin müthiş mücadelede, yanındayım, yanı başında... 
 

12 Ekim 2012 Cuma

Yukarı hep yukarı


Çok zaman olmuş yazmayalı... Oysa ki o kadar çok şey var ki yazacak.

İkinci sınıf öğrencisi kızım... Her gün daha da iyiye gidiyor herşey... Okuyor, yazıyor, sınavlardan tam not alıyor, İngilizce konuşuyor, koşuyor, oynuyor, arkadaşlar ediniyor... Herşeyden önemlisi mutlu ve gururlu.

Ben ise ölesiye yorgunum koşturmaktan ve stresten. Her bir hücremin ağrıdığını hissediyorum. Kaslarım sızlıyor. Başım çatlıyor. Ama mutluyum. Umutluyum. Ve yıllardır ilk defa huzurluyum.

Yukarıya doğru hep yolumuz. Yukarı, hep yukarı...

http://isigitutmak.blogspot.com

15 Haziran 2012 Cuma

Bir senenin özeti


Öylesine inişli çıkışlı bir seneydi ki bu sene.

Normal bir okulda, normal dersler görüp normal  sınıflarda okumak adeta bir hayaldi bizim için. Geçen sene bu zamanlarda okula kabul edildiğimizi öğrenmiş, heyecanla karışık sevinç ve korku duygularının içinde adeta kaybolmuştuk. Şimdi ise, 1. sınıfı başarı ile bitirmiş bulunuyoruz...

İlk haftalarımız, aylarımız çok çok çok zor geçti. Hergün yaşanan en az 2 ağlama krizi ile dünyamız yıkılıyordu adeta. Kızımı okuldan almaya gittiğimde ağlamadan geçirdiği gün yoktu. 

Kaynaştırmayı adım adım yapmaya karar verdi öğretmen ve terapistlerimiz. 2 saat ile başladık önce. O iki saat dahi nasıl stresli nasıl zordu kızım için. Uzunca bir süre 2 saat sürdü sadece günlük okul maceramız. Sonra takıma eklenen yeni bir gölge öğretmen ile 40'ar dakika ekleye ekleye bugüne geldik. Adım adım, sağlam adımlarla tüm gün okulda kalmaya, derslere girmeye, dinlemeye, katılmaya, çalışmaya başladı. Küçük ve sağlam adımlarla...

Yılsonunda bugün, artık tüm gün okulda kalan, tüm dersleri sınıf arkadaşları ile yapan, okuyan, yazan, matematikte harikalar yaratan, 2 lisanlı eğitimde çoğu arkadaşından ileri ve hatta sınıfında kendine iki tane arkadaş edinmiş bir kızımız var. Evet, arkadaş edindi. Hergün kucaklaşarak günaydın diyorlar birbirlerine, birlikte oynuyor, birlikte gülüyorlar.

Hala alacak uzuuuun bir yolumuz var. Hala "farklı"yız. Hala sosyal sorunlarımız çok. Ama ama ama... bugünler, bu güzel günler dahi bizim için hayal idi...

Seninle gurur duyuyorum güzel kızım. Senin güçlü karakterin, yılmayan savaşçı ruhun, insanlara olan büyük aşkın ve mükemmel aklın ile daha nice dağlar aşacağız seninle, daha nice engelleri yok edecek, yolun sonundaki ışığa ulaşacağız...

seni çok seviyorum
http://isigitutmak.blogspot.com

29 Mayıs 2012 Salı

Nasilsin?


Geçenlerde diş tedavisine gittim. Çok ağrım oldu o akşam. Yemek yiyemedim, çiğneyemedim, su dahi içemedim.

Ertesi gün yanıma geldi "Nasılsın?" diye sordu. Herhangi bir "nasılsın" olduğunu düşündüğüm için sadece bir "iyiyim" ile geçiştirdim. "dişlerin nasıl oldu? Ağrın var mı hala?" diye devam etti sormaya. Kalbim yerinden çıkacak sandım o anda. Bebeğim benim... iyiyim, meleğim, çok iyiyim, sen şu soruyu sordun ya bana, artık bir kuş kadar iyiyim!

Gidip bir gün önce yiyemediğim salatamı getirdi bana. Bir içten öpücük eşliğinde dişim acıya acıya yedim elinden salatayı.

Kimin umurunda diş acısı?! Kalbim kuş gibi... pır pır atıyor... acı macı yok...
Kuzum!

http://isigitutmak.blogspot.com/

22 Mart 2012 Perşembe

Güven




Bir haftadır her sabah "okula gitmeyeceğim" "okul kötü" diyerek güne başlıyor. Okuldan içeri girinceye kadar da beni okula gitmemeye ikna etmeye çalışıyor.

Sene başında sadece 2 saat kaldığı okulda şu anda hergün 6 saat geçirmek zorunda. Sınıfta sakince oturup ders dinleyip sınıf arkadaşları ne yapıyorsa aynısını yapmak zorunda.Sanırım çok fazla oldu ondan beklentiler. Zorlanıyor ve kendisi de zorlandığını farkında. Değiştiremediği, uymak zorunda olduğu kurallar arasında her gün 6 saat geçirmek zorunda.

Benim küçük savaşçım, başaracaksın... Ben sana güveniyorum. Ne olur sen de kendine güven...

18 Mart 2012 Pazar

Onlar Konuşmaz



Babasıyla kek pişirirken bitkilerle konuşan babasına:

"Onlar konuşmaz baba, onlar bitki" dedi.

Bu cümleyi, mantık yürütmesinin gelişmesine mi bağlamalıyım yoksa otizmin getirdiği gerçekçilik takıntısına mı, bilemedim.

Her ne ise, yine de ondan böyle bir mantık duymak çok güzeldi.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Empati



Anneannesi bugün başını dolaba çarpmış. Acıyla başını tutup sızlanmaya başladı.

Bir süredir dikkatimizi çeken bir duruma böylece daha da iyi şahit olduk.

Otizm spektrumundaki kişilerin en belirgin özelliklerinden biri empati eksikliğidir. Karşısındaki insanın ne hissettiğini, ne düşündüğünü, acılarını, sevinçlerini, kısaca duygularını anlayamazlar. Beden dilini okuyamazlar. Sosyal açıdan "farklı" görünmelerinin sebeplerinden biri de budur. Durumlara genelde kendi açılarından bakarlar.

Oysa ki bir süredir kızımın empati duygusu çok gelişti. Bugün... "Anneanneciğim nasılsın? Neren acıyor? Nereye çarptın? İyi misin? Acını nasıl geçirelim? Ne yapalım? Öpsem geçer mi?" sorularının ardından anneanneye verilen onlarca öpücük, içime nasıl da güzel bir duygu seli geçirdi.

Tüm günün yorgunluğu aktı gitti üstümden. Kalbim huzurla doldu...

17 Aralık 2011 Cumartesi

Işık...



3,5 senedir nefes almadan, dinlenmeden koşturuyorum. Araştırıyorum, soruyorum, soruşturuyorum, gidiyorum, geliyorum, deniyorum, öğreniyorum, öğretiyorum, onunla nefes alıp onunla yeniden doğuyorum...

Hayatım, yeniden şekillendi 3,5 sene önce. İlk kucağıma aldığımda hayatıma format atmıştı zaten. 6 sene önce... onun melek yüzünü ilk gördüğümde, hayatın artık asla aynı olmayacağını anlamıştım. 3,5 sene önce o doktorun odasında bildiğim, inandığım, güvendiğim ne varsa yıkılıp yerine yenileri yazıldığında ise ikinci kere yeniden format attı hayatıma, amaçlarıma, ideallerime, düşüncelerime...

Hayat asla bir daha aynı olmadı, olmayacak...

Kabul et" sözünü çok duydum. Bana direk söylenmese de, çevremde konuşulduğuna çok şahit oldum. Dünyanın diğer ucunda bir doktor ismi duyup da ulaşmaya çalıştığımda, hiperbarik tübünün içinde 1 saat geçireceğimizi söylediğimde, "hayır o şekeri yiyemez, vermeyin" dediğimde, yüzüme uzaylı gibi bakan, onlara doktor ismi önerdiğimde "biz artık kabullendik, hayatımıza böyle devam ediyoruz" diye karşı çeviren anneleri gördüğümde dahi vaz geçmedim, vaz geçmeyeceğim.

Son nefesime kadar, kanımın son damlasına kadar savaşacağım otizmle. Hayır, hiç kabul etmedim, etmeyeceğim! Asla! Çare uzayda olsa, gidip getireceğim...

Tek bir ışık damlası için...

Şimdi... Okulda tüm öğretmenlerden öylesine güzel sözler duymuşken, her geçen gün "normal" hayata bir adım daha yaklaşırken, tüm semptomlar yavaş yavaş hayatımızdan çıkıp yok oluyorken... inanıyorum, güveniyorum ve biliyorum...

Tünelin sonundaki ışık bizim olacak! Er ya da geç...

Karşınıza bir engelli çıktığında...




Sakın ona acımayın, acıyan gözlerle bakmayın, gözleriniz yaşarmasın, ona 'engelli' gibi davranmayın!


Engelli olmak, daha "az", daha "küçük", daha "zavallı" ya da sizden daha "aşağıda" olmak demek değil...


Engelli olmak, sadece ve sadece toplumun geri kalan "sıradan" insanlarından daha "farklı" olmaktır.


Tıpkı bazılarımızın esmer, bazılarımızın sarışın olması gibi ya da bazılarımızın uzun bazılarımızın kısa olması ya da bazılarımızın mavi gözlü bazılarımızın kahverengi gözlü olması gibi...

Evet, onlara öncelik verin tabii ki ama aynı zamanda empati de kurun, ona görevler verin ve bir tatlı sohbeti esirgemeyin... Çünkü onların hayatlarını "zor" yapan aslında var olan engelleri değil, tüm toplum düzeninin "engelsiz"ler için hazırlanmış olmasından kaynaklanan "farklılaştırılmaları"dır.

Lütfen....


Onlara bakarken gözleriniz yaşarmasın, sesiniz titremesin, kalbiniz burulmasın...


Engelli olmak da hayatın bir parçası... Hatta bunu yaşayan kişi için sıradan ve olağan bir parçası...

Hayatları size göre daha zor çünkü siz onu zorlaştırdınız!


(* Bu yazı televizyonda tesadüfen gördüğüm biri görme engelli diğeri bedensel engelli iki kişiye karşı "tipik" halkın tepkisi üzerine yazılmıştır.)


http://isigitutmak.blogspot.com/

3 Aralık 2011 Cumartesi

Engelliler Günü



Bu sene 3 Aralık Engelliler Günü için, en kısa zamanda dünyanın engelliler için de yaşanabilir bir yer olmasını ve tüm insanların empati yeteneklerinin olgunlaşmasını diliyorum...



25 Kasım 2011 Cuma

Adım Adım...




Hayat son hızıyla devam ediyor. Tüm dünyamız entegrasyon olmuş durumda. Adım adım ilerliyoruz. Küçük adımlarla... Çok küçük adımlar... Ama sağlam adımlar olduğunu düşünüyorum bu küçük adımların.


Birgün harika bir gün oluyor. Mutlulukla coşuyorum, kalbim son hız atarken. Ertesi gün herşey tepetaklak oluyor. Savrulup duruyoruz, sonra kendimize geliyoruz. Ayaklarımızın üstüne daha sağlam basıp yolumuza devam ediyoruz.


Alınacak uzun bir yol var önümüzde. Uzun ve taşlı bir yol. El ele yürüyoruz kızımla. Bazen o kuşanıyor kalkanları, bazen ben...


Bazense rüzgara bırakıyoruz kendimizi. Sonbahar esintisi bizi nereye götürürse...


22 Eylül 2011 Perşembe

Yavaş Yavaş... Çok yavaş...



Hiperaktivite var kızımda. Doktorlar hep yok diyor ama ben görüyorum işte, var! Yerinde zor duruyor. Dursa da eli kolu hep hareket halinde. Eli kolu dursa, dili durmuyor. Tamamen hareket etmediği tek zaman uyuduğu zaman sanırım.


En büyük korkumuz geldi çattı... Okula başladı bu sene... Gerçek ve normal bir okulda gölge öğretmen ile kaynaştırma öğrencisi olarak... 1 sene peşinde koşup uğraştım bu okula kabul edilmek için. Sevindim kabul edilince tabii ki ama yine de ölesiye korku sardı tüm benliğimi.


Okul çıkışında bazen iyi bazen kötü şeyler duyuyorum. Çok akıllı, ona süphe yok. Çabuk öğreniyor, sorun yok. Okuyor zaten, matematikte de süper. Ama... AMA... kocaman bir AMA... sosyal ilişkilerde hala emekleme dönemindeyiz. Kriz geçiriyor okulda zaman zaman. Ağlama krizleri... Yarım saat kadar sürüyormuş. Duyunca bunu, kalbim paramparça oluyor, yüzüm düşüyor, ellerim titriyor, hayatımdan birkaç gün daha eksiliyor. Arkadaşları ile oynamayı bilmiyor, oyun parkında gerektiği gibi davranmıyor, sınıfta sessiz ve sakin duramıyor...


Şimdilik 3 saat kalıyor okulda... başarılı olursa saatler çoğalacak.


Krizler olmasın ne olur, sakin olsun ne olur, ne olur ne olur...


Dualar ediyorum beklerken. 3 saatin her dakikasında, her saniyesinde... ne olur, ne olur, ne olur!


İyi şeyler duyayım onu almaya gittiğimde! Güzel şeyler duyayım. Kalbim paramparça olmasın yine...

Ne olur!

25 Ağustos 2011 Perşembe

Cennetin Anahtarı



Otizm, hayatınıza girdiği anda tüm gücüyle savurur yıkar tüm aileyi. Korkunç bir girdabın içinde bulur kendinizi, yok olmamak için gözünüze kestirdiğiniz ilk yardım elini tutar, ilk sığınağa girersiniz.

Pahalı bir durumdur otizm. Elinizde avcunuzda, yakınınızda, imkanlarınızda ne varsa alır, bitirir. Hem maddi hem manevi.

Duyarsınız bir yerden, bir kişiden... falancaya iyi gelmiş falanca bir terapi varmış, bir tedavi varmış, hatta biri varmış... araştırırsınız, sorarsınız, aklınıza yatarsa denersiniz...

İşte spektrumdaki (otizm spektrumu) çocukların ailelerin bu durumundan faydalanmak isteyen binlerce kurt oluşur bir anda etrafınızda. Kimisi doktor kimliğinin altına gizlenmiştir, kimisi alternatif bir tedavi bulduğunu iddia etmektedir, kimisi ise her derde deva bir ilaç bulduğunu söyler durur.

Tıpkı orta çağda cennetin anahtarını dağıtan din adamları gibi...

Yeterince bilgisi olmayan, yeterince araştırmayan ya da araştıramayan, çocuğu için, çocuğunun ağzından tek bir kelime duymak için herşeyini feda etmeye hazır aileleri hemen ağına düşürür bu kurtlar. Sonra da son damlasına kadar emerler kanlarını...

Sonuç... hüsran!

Şu asla unutulmamalıdır ki... "Otizmin tedavisi" diye birşey yok! Ancak otizm semptomlarının tedavisi var! Otizm bir hastalık değil. Otizm, bazı semptomların birleşiminin oluşturduğu bir "durum". Bu durumdan çıkış var mı? Çıkanlar var, evet. Hem de oldukça fazla sayıda.

Bu kişilerin hikayelerini dinlediğinizde ise sırrın öyle mucizevi bir ilaç ya da mucizevi bir terapi olmadığını görüyorsunuz.

Dünyada ve ülkemizde, işini hakkı ile yapan, otizme ömrünü, canını ve tüm meslek kariyerini adamış harika insanlar var. Bu insanları bulun... Sorun, arayın, konuşun ve bulun...

Sizi en zayıf noktanızdan yakalayıp rant uğruna hayallerinizi, paranızı ve çocuğunuzun en kıymetli zamanını çalan şarlatanlardan uzak durun!




21 Ağustos 2011 Pazar

Konuşmayan Çocuğu Yüreklendirmek





Kızım oldukça geç konuştu. Zaten bizi ilk başta en çok endişelendiren ve doktor doktor gezmemize sebep olan şey, konuşmamasıydı. Başka şekillerde anlatıyordu isteklerini. Kendi kendine uydurduğu kelimelerle, seslerle ve tabii ki başkalarının elini kullanarak. Bu, oldukça yaygın bir semptom. Kendi parmağı ile göstermek yerine, başkasının elini alıp onun eli ile göstermek...


Şükürler olsun ki o günler çoktan geride kaldı. Konuşmak bizim için artık dert değil. Çoğu zaman "artık sussa" diye düşünüp, hemen arkasından yüzüm kıpkırmızı olur ve "deli misin sen, o günleri hatırla" der ve her söylediği kelime için binlerce kere şükrederim.


Çevremde şu anda konuşma zorluğu çeken bazı çocuklar olduğunu görüyorum. Kimse panik olmasın. Geç konuşmak tek başına hiçbir şeyin belirtisi değildir. Bir çocuğa herhangi bir tanı konabilmesi için birçok semptomları bir arada ve uzun süre yaşıyor olması gerekiyor. Ancak önemsenmeyecek bir durum da değil.


Bfaydası olur diyerek burada yazmak istiyorum. Konuşmayan çocuk, konuşmaya nasıl teşvik edilir? Hatırlatmalıyım ki bu tavsiyeler sadece aynı zorlukları yaşamış ve zorlukları aşmada başarılı olmuş bir annenin tavsiyeleridir. Kesinlikle tıbbi tavsiye yerine geçmez. Doğruluğu ve kendi çocuğunuza uygunluğu için mutlaka uzmanlara danışınız.


Çoğu kişi "anlamıyormuş gibi yapın" diyecektir size ama bu, çok da doğru bir davranış değil. Zaten konuşmaya isteği olmayan çocuğu daha da konuşmaktan soğutabilir. Evet, çok kolay anlamayın istediklerini ama çok da zorlamayın.


Söylemeye çalıştığı kelimeler ve seslere olumlu ya da olumsuz büyük tepkiler vermeyin. Normal, günlük davranışlarmış gibi algılayın. Ancak söylemeye çalıştığı bir kelimeyi, doğru söylememiş olsa bile sırf söylemeye çalıştığı için destekleyin. Örneğin suyu gösterip "ssss" dediği anda "aferin, çok güzel suyu gösterip su dedin, su istedin" demek gibi. Bunun arkasından hemen, hiç beklemeden suyu verin.


Siz, çocuğunuz yerine suflörlük yapın. Bu çocuğun konuşma seviyesine göre bir kelime ya da cümle olabilir. "sss" diyen bir çocuğa, gözlerinin içine bakarak çok net "SU" deyin ve hemen suyu verin. Sakın beklemeyin. "bu biy kedü" diyen çocuğa yine gözlerinin içine bakarak çok net bir ses ile "BU BİR KEDİ" deyin ve cevap verin "evet kızım ne tatlı bir kedi değil mi?".


Kolay ve gündelik objeleri gösterip isimlerini kısa ve net söyleyin, çocuğun her türlü söyleme gayretini sözlerinizle teşvik edin "aferin, çok güzel kedi dedin".


Çocuğunuzun ilgi alanını tespit edip oradan yola çıkarak kelime haznesini geliştirmeye çalışın. Örneğin renkleri seven bir çocuğa öncelikli olarak renk isimlerini öğretmeye çalışın. Gösterdiğiniz objeye çocuğun baktığına emin olun, kelimeyi tekrar edin ve objeyi yine çocuk bakarken ağzınızın kenarına yaklaştırın ağız hareketlerinizi abartarak izlemesini sağlayin. Örneğin bir kedi resmi elinizde, ağzınızın kenarına götürün "KE-Dİ" diye tekrar edin.


Çocuk bazı sesleri çıkaramayabilir. Normal gelişimi olan çocuklarda dahi bu durum belli yaşlara kadar sürebilir. Ancak bazı temel sesler çıkmıyorsa, ağız ve dil hareketleri için çeşitli egzersizler var. Üfleme, çekme, ağız masajı vs gibi. Bu konuda bir uzmana danışın.


Ve en önemlisi, eğer çocuğunuz konuşmuyorsa, sakın çevrenizdeki "ben de geç konuşmuşum" "Einstein da 7 yaşında konuşmuş" "erkek çocuklar geç konuşur" "biraz daha bekle" gibi aldatmacalara kulaklarınızı tıkayın ve en acil şekilde bir uzmana danışıp soruna çözüm arayın. Bir konuşma terapistine gitmek, dünyanın sonu değildir. Çocuğunuza yardımcı olmanın yollarını bulun.




4 Ağustos 2011 Perşembe

PDD-NOS (ya da Atipik Otizm)



Pdd-nos ya da diğer adı ile Atipik otizm, gözlemlediğim kadarıyla insanlar arasında oldukça yanlış anlaşılan bir durum.



"Otizm" deyince herkesin aklına kendi köşesinde oturan, kimse ile göz teması kurmayan, konuşmayan ya da sadece söyleneni tekrarlayan, insanları yok farz eden, asla düzelmeyen kişiler geliyor. Rain Man filminin bu konuda oldukça büyük etkisinin olduğu kesin. Oysa ki otizm öylesine büyük bir spektrum ki, hiç susmadan konuşan, 5 lisana hakim, insanlarla güzel ilişkiler kurabilen, arkadaşları olan, ismi her söylendiğinde dönüp gözlerinizin ta içine bakan, espri yeteneği gelişmiş, kendi hayatını kendi kendine sürdürebilen kişiler de bu spektrumun içinde yer alabiliyor.


Kendi kızıma baktığımda, bu konuda bilgi sahibi olmayan birinin asla şüphelenmeyeceğine eminim. Biraz hareketli bulacaklardır onu, belki biraz da heyecanlı ama bu konuda uzman bir doktor 3 saatlik bir test yapmadan asla ona otizm spektrumunda diyemez. Öylesine "normal" görünüyor ki... Şakır şakır konuşur sizinle, gözlerinizin içine bakar, espriler yapar, size ikramlarda bulunur, yazar, çizer, şarkı söyler...


İnternette sık sık geç konuşan ya da başka sorunlar yaşayan çocukların annelerinin yazıları ile karşılaşıyorum. Yorumlar ise her zaman "erkek çocuk geç konuşur", "senin çocuğun biraz çekingen", "benim kuzenim de 5 yaşında konuştu" gibi. Ya da süphelenen kişiye karşı öfke duyma ile ilgili. Tabii ki tüm iyi niyetleri ile anneyi rahatlatmak için söylenen sözler bunlar...



Oysa ki madalyonun bir de diğer yüzü var...



Otizmin en ağır noktasında değil de hafif kesesinde ise bu çocuk... Ya da Asperger, Dialexia, duyu bütünleme bozukluğu ya da pddnos gibi daha hafif ama mutlaka terapi gerektiren bir noktadaysa? O zaman bu çocuğun en kıymetli, en değerli ve en verimli zamanını anneyi oyalayarak geçirdiğinizi farkında mısınız?



Terapi seanslarında geçirilen birkaç saat belki de gerçekten spektrumda olmayan bir çocuk için oyunda geçirilmiş birkaç saat, anne için ise "kötü bir anı" olarak kalacaktır. Ama diğer yandan gerçekten spektrumda ise kazanılan bir ömür, bir gelecek, bir evlattır...



Anneleri lütfen oyalamayın. Kendi şüphelendiğiniz ya da çevrenizde şüphelenen birileri var ise, kızmayın, korkmayın, isyan etmeyin, sadece onları dinleyin ve birkaç (bir değil) uzmana mutlaka danışın, sorun, araştırın. Otizm ve benzeri durumlar, korkulup da uzak durulunca aşılabilen durumlar değil ne yazık ki. Üzüntü ve korkuyu rafa kaldırın ve çocuğunuz için savaşın...



24 Şubat 2011 Perşembe

Şükretmek...


Kolu olmayan biri için kolunu kullanabilmek, elini açıp kapatabilmek, eliyle objeleri tutabilmek, nasıl da bir nimet...

Ayağı olmayan ya da ayağını hissetmeyen biri için, yürüyebilmek, koşabilmek, herhangi bir yardımcıya ihtiyaç duymadan sokaklarda gezinebilmek, nasıl bir nimet...

Gözü görmeyen biri için, renkleri, gökyüzünü, denizi, arkadaşları, sevdiklerini görebilmek, ne büyük bir nimet...

Duymayan biri için, bir şarkıyı dinleyebilmek, çocuğunun kahkahalarını duymak, söylenenleri gözü kapalı olsa da anlayabilmek ne büyük bir nimet...

Çevresinde olanlardan habersiz olan biri için, akıl sağlığının yerinde olması, ne istediğini bilebilmek, yüzlerdeki ifadeleri anlayabilmek, düzgün ve anlaşılır cümleler kurmak, gelecek için güzel hayaller kurup tek tek gerçekleştirmek nasıl da bir nimet...

Lütfen sahip olduklarınız için sükredin. Bazen sadece görebilmek, duyabilmek, yürüyebilmek, dokunabilmek, planlar yapmak ve konuşmak dahi birer nimet... Siz farkına varmasanız da, bazıları için bunlar sadece birer 'hayal'.... Şükretmek en gereklisi...

3 Ocak 2011 Pazartesi

Ogrenmek, dinlemek, anlamak, kaybolmak


Kızımı parmak ucunda yürürken ilk gördüğümde sanırım 2 yaş civarındaydı. Daha önce de binlerce kere duyduğum bu semptom, önce beni endişelendirse de "benim çocuğum olamaz" düşüncesi endişeleri gölgelemeye yetti.

2,5 yaşında hala daha kelime haznesinin 10 kelimeyi geçmemesi, hatta öğrendiklerini bazen unutup bir daha kullanmaması beni çok endişelendirse de, kızımın doktorunu hiç etkilememesi bizi sakinleştirmeye yetti.

İsmini çağırınca bakmaması, oyuncakları ile gerektiği gibi oynamaması, hala tuvalet eğitimini tamamlaması gibi birçok detay ise bizimle, ailesi ile, kurmuş olduğu harika ilişki nedeniyle hep ikinci planda kaldı ve bizi, beni harekete geçirmemeye yetti.

"Otizm" kelimesini doktorun ağzından ilk duyduğumda derin ve karanlık bir kuyunun içinde kaybolmuş gibi hissettim kendimi. "Ben olamam, benim çocuğum olamaz, neden, neden, neden" kelimeleri beynimin tüm hücrelerinde yankılanırken çaresizlik, umutsuzluk, hayalkırıklığı, üzüntü tüm benliğimi kaplamıştı.

Ancak... eğer bir otizm spektrumu annesi iseniz, tüm bu olumsuz duygulardan biran önce silkelenip kendinize bir yol çizmek zorundasınız. O köşede oturup kendinize, çocuğunuza ve kaderinize üzülmenin kimseye yararı olmadığı gibi sizi gün geçtikçe içine çeken bir karanlık olmaktan başka işe de yaramaz.

Tüm kalkanları, silahları kuşanıp başlarsınız savaşmaya. Okursunuz, sorarsınız, araştırırsınız, öğrenirsiniz, öğretirsiniz, denersiniz, günlerinizi, gecelerinizi, tüm paranızı, tüm sevginizi, tüm zamanınızı, tüm olanaklarınızı bu yola dökersiniz. Arkadaşlarınızı kaybeder, banka hesabını sıfırlar, kariyerinizi bırakır, hatta kendi ruh sağlığınızı tehlikeye atarsınız.

Hiç pişman olur musunuz?

ASLA!

Fırtınadan sonraki gökkuşağını görmek, herşeye değer... Herşeye!