26 Aralık 2011 Pazartesi

Endişe



Ormanda yürüyüş yaparken, yüzümdeki ifadeden, sesimin tonundan ve söylediklerimden olacak... Gittiğim hiçbir yerden zevk alamadığımı söyledi kocam dün. Önce hafiften kızdım ona ama haklı sanırım.

Ne gittiğim bir yerden, ne gördüğüm birinden, ne okuduğumdan, ne seyrettiğimden, ne de dinlediğimden zevk alamıyorum artık.İçimde hep pır pır birşey. Ya birşey olursa, ya birşey olursa, ya birşey olursa. Sürekli "o şey" olmadan müdahale etme içgüdüsü.

Halbuki ne olursa olsun, ne olacak ki...

O kadar kolay olmuyor işte...

Alışveriş merkezlerinde, sokakta, okulda yaşanmış krizler, insanların garip bakışları, garip sözleri, utanma, korkma, çaresizlik, üzüntü... o kadar da kolay unutulmuyor...

Olmadan müdahale etme, olmamasını sağlama, olmasını engelleme hissi o kadar baskın ki, zevk alamıyorum işte gittiğim yerden. Sürekli tedirginim...

Atacağım inşallah üstümden bu hissi. Çalışıyorum...

21 Aralık 2011 Çarşamba

Çocuklarımızı Etiketlemeyelim...

Sanırım 21. yüzyılın en acı gelişmelerinden biri, her çocuğa bir etiket verilmesi. Hiperaktif, disleksik, öğrenme güçlüğü çeken, otizmli, atipik otizmli ve daha binlercesi... Onlar çocuk oysa ki... ne az ne çok... sadece ÇOCUK...

17 Aralık 2011 Cumartesi

Işık...



3,5 senedir nefes almadan, dinlenmeden koşturuyorum. Araştırıyorum, soruyorum, soruşturuyorum, gidiyorum, geliyorum, deniyorum, öğreniyorum, öğretiyorum, onunla nefes alıp onunla yeniden doğuyorum...

Hayatım, yeniden şekillendi 3,5 sene önce. İlk kucağıma aldığımda hayatıma format atmıştı zaten. 6 sene önce... onun melek yüzünü ilk gördüğümde, hayatın artık asla aynı olmayacağını anlamıştım. 3,5 sene önce o doktorun odasında bildiğim, inandığım, güvendiğim ne varsa yıkılıp yerine yenileri yazıldığında ise ikinci kere yeniden format attı hayatıma, amaçlarıma, ideallerime, düşüncelerime...

Hayat asla bir daha aynı olmadı, olmayacak...

Kabul et" sözünü çok duydum. Bana direk söylenmese de, çevremde konuşulduğuna çok şahit oldum. Dünyanın diğer ucunda bir doktor ismi duyup da ulaşmaya çalıştığımda, hiperbarik tübünün içinde 1 saat geçireceğimizi söylediğimde, "hayır o şekeri yiyemez, vermeyin" dediğimde, yüzüme uzaylı gibi bakan, onlara doktor ismi önerdiğimde "biz artık kabullendik, hayatımıza böyle devam ediyoruz" diye karşı çeviren anneleri gördüğümde dahi vaz geçmedim, vaz geçmeyeceğim.

Son nefesime kadar, kanımın son damlasına kadar savaşacağım otizmle. Hayır, hiç kabul etmedim, etmeyeceğim! Asla! Çare uzayda olsa, gidip getireceğim...

Tek bir ışık damlası için...

Şimdi... Okulda tüm öğretmenlerden öylesine güzel sözler duymuşken, her geçen gün "normal" hayata bir adım daha yaklaşırken, tüm semptomlar yavaş yavaş hayatımızdan çıkıp yok oluyorken... inanıyorum, güveniyorum ve biliyorum...

Tünelin sonundaki ışık bizim olacak! Er ya da geç...

Karşınıza bir engelli çıktığında...




Sakın ona acımayın, acıyan gözlerle bakmayın, gözleriniz yaşarmasın, ona 'engelli' gibi davranmayın!


Engelli olmak, daha "az", daha "küçük", daha "zavallı" ya da sizden daha "aşağıda" olmak demek değil...


Engelli olmak, sadece ve sadece toplumun geri kalan "sıradan" insanlarından daha "farklı" olmaktır.


Tıpkı bazılarımızın esmer, bazılarımızın sarışın olması gibi ya da bazılarımızın uzun bazılarımızın kısa olması ya da bazılarımızın mavi gözlü bazılarımızın kahverengi gözlü olması gibi...

Evet, onlara öncelik verin tabii ki ama aynı zamanda empati de kurun, ona görevler verin ve bir tatlı sohbeti esirgemeyin... Çünkü onların hayatlarını "zor" yapan aslında var olan engelleri değil, tüm toplum düzeninin "engelsiz"ler için hazırlanmış olmasından kaynaklanan "farklılaştırılmaları"dır.

Lütfen....


Onlara bakarken gözleriniz yaşarmasın, sesiniz titremesin, kalbiniz burulmasın...


Engelli olmak da hayatın bir parçası... Hatta bunu yaşayan kişi için sıradan ve olağan bir parçası...

Hayatları size göre daha zor çünkü siz onu zorlaştırdınız!


(* Bu yazı televizyonda tesadüfen gördüğüm biri görme engelli diğeri bedensel engelli iki kişiye karşı "tipik" halkın tepkisi üzerine yazılmıştır.)


http://isigitutmak.blogspot.com/

3 Aralık 2011 Cumartesi

Engelliler Günü



Bu sene 3 Aralık Engelliler Günü için, en kısa zamanda dünyanın engelliler için de yaşanabilir bir yer olmasını ve tüm insanların empati yeteneklerinin olgunlaşmasını diliyorum...



2 Aralık 2011 Cuma

İyi ki..



Özel eğitim gerektiren her durum çok pahalı bir hayatı da yanında getiriyor. Terapiler, tedaviler, doktorlar, ilaçlar, normal öğrencilere göre tam iki mismi ödenen özel okullar, gölge öğretmenler, diyetten dolayı özel yiyecekler, mutlaka organik olmak zorunda olan yiyecekler, özel eğitim gereçleri, malzemeleri, kitapları, homeopatik ilaçlar, testler, vs vs vs...


Sonsuz bir harcamanız oluyor. Şartlarınızı en sonuna kadar zorlayıp yapabildiğinizin, yapabileceğinizin en iyisini yapmak istiyorsunuz ki bundan 20 sene sonra geriye dönüp baktığınızda "keşke" kelimesini kullanmayın.


Başka ailelerin bir ev almak için harcayacağı miktardaki parayı siz bir senede 5 yaşındaki çocuğunuza harcıyorsunuz.


Tüm bu çabanın da maddiyatın yanında büyük bir manevi bedeli var tabii ki.


Artık bir mağazada kendinize bir ayakkabı alırken 10 kere daha fazla düşünüyorsunuz, yapmak istediğiniz tatili erteliyorsunuz, kuaföre daha az gidiyorsunuz, manikürünüzü kendiniz yapıyorsunuz, restorana gidişlerinizi azaltıyorsunuz, kendi zevk ve isteklerinizi hep ikinci plana atıyorsunuz.


Çünkü biliyorsunuz ki o ayakkabıya ödeyeceğiniz para ile çocuğunuz üç saat daha konuşma terapisi alabilir, tatile ayırdığınız bütçe ile gölge öğretmenin bir aylık maaşı ödenebilir, kuaförünüzün ücreti ile on tane kitap alabilirsiniz...


Hepsi o "keşke"yi asla söylememek için. Hepsi geriye dönüp baktığınızda "yapabilirdim ama yapmadım" dememek için.

Sonra...


Duyduğunuz her yeni cümlede, her sıkı sıkı sarılışta, alınan her öpücükte, her sevgi dolu bakışta ise "iyi ki" diyorsunuz... İyi ki almamışım o ayakkabıyı... İyi ki!