23 Kasım 2010 Salı

Hayata kucuk bir umut...


Üç gecedir gece 2 gibi bir küçük bülbül geliyor yatak odasının penceresine. Tam da uykusunda kuzumun yanaklarına öpücükler kondurup kokusunu içime çekeceğim anda. Öylesine güzel bir melodi tutturuyor ki gecenin karanlığında, hayret ve huzur ile doluyor tüm kalbim. Gün içinde yaşadığımız tüm üzüntüler, hayalkırıklıkları, pişmanlıklar, yorgunluklar ve koşturmalar son buluyor bir anlığına.

Bu gece gelmedi küçük bülbül...

Fırtınadan olmalı... Dur fırtına dur! Lütfen dur! Bülbülüm gelecek...

8 Kasım 2010 Pazartesi

Farkında mısınız?



"Normal" hayatına devam eden tüm insanlar... Sözüm size...


Çevrenizde gördüğünüz her 80 çocuktan birinin otizm spektrumunda olduğunu,


Otizmin her geçen gün adeta bir salgın şeklinde ülkemize ve dünyaya yayıldığını,


Bu oranın sürekli arttığını,


Her geçen dakika dünyada bir çocuğun otizm tanısı aldığını,


Otizm tanısı alan çoğu çocuğun ilk 2 sene normal gelişimini devam ettirdiğini,


Otizmin tek bir tanısının olmadığını, her çocuğun ve yaşadığı sorunların, gösterdiği farklılığın bir diğerinden tamamen ayrı olduğunu,


Bu çocukların çoğunun en büyük problemlerinin sosyal ilişkiler olduğunu,


Çoğunun algılarının ve duyularının normal gelişimi olan insanlara göre çok daha hassas olduğunu,


Belli etmeseler de ya da biz anlayamasak da, herşeyi bizlerden daha önce, daha yoğun ve daha fazla hissettiklerini, duyduklarını, kokladıklarını, gördüklerini, tattıklarını,


Otizm spektrumunun dahi, üstün zekalı, üstün yetenekli, normal zekalı, düşük zekalı gibi tüm zeka ve yetenek seviyelerinde olan kişilerde görülebildiğini,


Otizm tanısı alan çocuk ve ailenin tüm hayatını terapi odalarında, kitaplar ve makaleler arasında, doktor odalarında umut arayarak geçirdiğini,


Hala daha otizmin sebep ya da sebeplerinin, tedavisinin ve önlenmesinin yollarının bulunamadığını,


Her ağızdan bir ses çıktığını ve tüm seslere kulak verdiğinizde umutsuzca yorulduğunuzu,


Otizmin tüm aileyi yıprattığını, hayalleri söndürüp yeni hedefler belirlemesine sebep olduğunu,


Sokakta karşılaştığınız, tanıdığınız ya da tanımadığınız hiç kimsenin konu ile ilgili en ufak bilgisinin olmadığını,


Otizm tanısı alan çoğu çocuğun normal okullara kabul edilmediğini ya da çok büyük engelleri aşarak zorluklarla alındığını,


Bu çocukların normal okullara kabul edilmemelerinin, okuldan uzaklaştırılmalarının, dışlanmalarının çoğu zaman ana nedeninin 'normal' çocukların velileri olduğunu,


Oysa ki okuma hakkının tüm çocuklara eşit dağıtıldığını ve 'kaynaştırma eğitimin' yasalarla korunan bir hak olduğunu,


Otizmi yaşayan bir aile gördüğünüzde o kınayıcı ve küçük görücü bakışlarınızla ve sözlerinizle, o ailenin zor yaşantısına bir ağır taş daha koyduğunuzu ve kalplerini tekrar tekrar paramparça ettiğinizi,



Davranışlarını 'uygun' bulmadığınız, hatta kınadığınız o çocuğun, bir anne babanın minicik can yavrusu olduğunu, sevgi kaynağı olduğunu, yaptıklarını bilinçsizce ya da kendine hakim olamayarak yaptığını, çoğu zaman ailenin elinden umutsuzca birşey gelmediğini, 'böyle' olmanın kendi seçimleri değil bir çeşit piyango olduğunu ve sizin çocuğunuzdan aslında hiçbir farkı olmadığını...


Farkında mısınız?


Farkında değilseniz, artık farkına varmanın zamanı gelmedi mi?



3 Kasım 2010 Çarşamba

Hollanda'ya hosgeldiniz


Emily Perl Kingsley, 1987 yılındaki bir yazısında 'farklı' çocuk' yetiştirmek zorunda olan ailelerin yaşadıklarını şöyle anlatıyor...

Bebeğiniz olacağını öğrendiğinizde, harika bir deneyim yaşarsınız... Bu şuna benzer.... Tüm tanıdıklarınız gibi harika bir tatil için kendinizi hazırlarsınız - tatil yeriniz İtalya'dır. Yolculuğa çıkmadan İtalya hakkında herşeyi öğrenirsiniz, kitaplar alıp okur, İtalyanca öğrenir, harika bir tatilin hayalini kurarsınız. Heyecanlısınızdır...

Sonra uçağa binersiniz, birkaç saatlik uçuşun sonunda uçağınız iner ve hostes yanınıza gelip 'Hollanda'ya hoşgeldiniz' der...

'Hollanda mı? Ben Hollanda için değil İtalya için bilet aldım, İtalya'ya gitmeliyim, tüm arkadaşlarım İtalya'ya gitti... ' dersiniz...

Hollanda kötü ya da iğrenç olduğu için değil... sadece Hollanda'ya gitmeye hazır olmadığınız için büyük bir hayalkırıklığı duyarsınız...

Şimdi yeni bir lisan öğrenmeli, yeni kitaplar almalı, yeni arkadaşlıklar kurmalı ve bu yeni ülkeyi tanımalısınız.

Burası sadece, daha farklı bir yerdir. İtalya'ya göre daha yavaş, daha az ihtişamlıdır. Ama orada biraz zaman geçirince paniği bırakıp etrafınızı incelemeye başlarsınız. Hollanda'da harika yeldeğirmenleri olduğunu fark edersiniz... ve muhteşem laleler...

Ama yine de tanıdığınız herkes, sürekli İtalya'ya gidip gelmektedir ve orada ne kadar harika zaman geçirdiklerini anlatmaktadır. Herşeye rağmen hayatınız boyunca 'Evet, benim gitmem gereken yer orasıydı, planlarım öyleydi' der durursunuz...

Bunun acısı asla kalbinizden gitmez çünkü bir hayalin yok olması çok acı verir.

Ama... tüm hayatınız boyunca İtalya'ya gidemediğiniz için yas tutarsanız, Hollanda'nın harika ve eşsiz güzelliklerinin keyfini de asla çıkaramazsınız...