30 Eylül 2010 Perşembe

Anlatmak


Bugün can dostum arkadaşım ile buluştum. Uzun zamandır görüşememiştik ve 2 senedir bir derdim olduğunu ama paylaşamadığımı biliyordu. 'Neyin var' dedi, yine...

Tek tek anlatmak istedim başımdan, başımızdan geçenleri, tüm acıları, yıllardır terapi odalarında, bilgisayar başında, doktor muayenelerinde, kitap sayfalarında, hiperbarik oksijen tüplerinde, vitaminlerde aradığımız umudu. Dökülen gözyaşlarını, kaybedilen ve tekrar tekrar yakalanan umutları, 2 senede ne büyük yol aldığımızı ve içimde hiç sönmeyen ateşi.

Anlatamadım...

Dolu dolu gözlerle gözlerinin içine baktım ve 'metal birikimi var kızımın' diyebildim. Metal birikimi var, evet, doğru, belki de herşeyin temel sebebi... ama yine de buzdağının sadece görünen en uç noktası. Altında öyle çok hikaye barındırıyor ki.

Hazır değilmişim henüz paylaşmaya... En yakın dostumla bile!

Belki 10 yıl sonra... Herşey geçtiğinde, bittiğinde, normal hayatta o da bir yer edindiğinde...

Belki...

19 Eylül 2010 Pazar

Normal Nedir?


Bazen, başımı iki elimin arasına alıp kara kara düşünmeden edemiyorum.


Normal nedir?


Oyun parkında diğer çocuklarla oynamak isteyip yanlarına giden, selam verip kendini tanıtan, oyuncaklarını paylaşan ve aynı şekilde onlarınkini de paylaşmak isteyen benim kızım mı? Yoksa oyuncaklarını vermemek için ortalığı birbirine katan, ağlayan, 'git başımdan' diyen ve hatta kızıma yumrukla vuran diğer çocuklar mı?


Ya da... asansör, bekleme odası, restoran, ofis gibi kapalı yerlere girdiğinde, saygı gereği, orada oturanlara 'merhaba' diyerek yerine geçen benim kızım mı? Yoksa başını dahi zorla çevirip, 'bu şimdi neden bana merhaba dedi' ifadesiyle kızımın yüzüne cevap vermeden bakan yetişkinler mi?


Normal nedir?


İnsanlar herkesi 'normal' görmek istiyorsa önce kendileri de biraz daha 'normal' olmamalı mı?


16 Eylül 2010 Perşembe

Arkadas


Herkese ilgisi çok fazladır, yanlarına gider, konuşur, eller, cevap da verir. Ancak çocuklara nasıl yaklaşması gerektiğini bilmediğinden, o 'ince ayrıntı'ları kaçırdığından ve bazen de abartılı olduğundan, arkadaş edinmesi pek de kolay olmuyor. Büyüklerle herşey daha kolay ama çocuklar söz konusu olunca ve ne yazık ki çocuklar büyükler kadar hoşgörülü olmadığından isteği ve çabaları hep karşılıksız kalır.

O tatlı gülüşüyle, tamamen masum ve içten dokunuşuyla, tüm gayretiyle ağzından dökülen kelimelerle ve hatta kocaman öpücüğüyle yaklaştığı çocuklardan beklemediği bir red yanıtı aldığında gözlerinde gördüğüm o hayalkırıklığı ve üzüntü ise benim kalbime tekrar tekrar sokulan bir hançerden farksızdır. Beynimde hissettiğim uyuşukluk ve hayatın ona oynadığı adaletsiz oyuna isyanım büyür büyür, tüm benliğimi doldurur.

Bugün ise güzel bir gün...

Bugün kendine arkadaş buldu. Yok yok... İki arkadaş buldu! İki ayrı zamanda, iki ayrı çocuk...

Birçok aile için bu durum oldukça 'sıradan' olsa da bizim için oldukça 'sıradışı'. Arkadaşıyla havuzda yakalamaca oynamalarını, birbirlerine su atıp kahkahalarla gülmelerini, birlikte yüzmelerini ve diğer kızım 'bu, benim yeni arkadaşım, biz arkadaş olduk' demesini izlemek ise... benim için tüm dünyaya bedel...

Bugün güzel bir gün!


15 Eylül 2010 Çarşamba

Not:Yuruyus


Unutmamak için buraya not almalıyım:


Yürüyüşünde bir gariplik var bir süredir. Beni çok rahatsız ediyor. İstediğinde gayet düzgün ve ritmik yürüyor. Ancak özellikle heyecanlandığında ya da büyük mekanlara girdiğinde yürüyüşü değişiyor. Bir anda sağa sola yalpalayan, kollarını ritm dışı sallayan ve ayaklarını garip basan bir çocuk haline geliyor. Sayısız saat duyu bütünlemesi seanslarımız neden bu konuda bir işe yaramamış, anlayamıyorum. Çok çok üzülüyorum. Bir anda, kendi ellerimle teker teker, özenle diktiğim, suladığım, büyüttüğüm... baharla yeşermiş olan tüm umutlarım sönüyor...


5 Eylül 2010 Pazar

Algıda Seçicilik / Farksızlık


Algıda seçicilikten mi yoksa tesadüf mü bilmiyorum. Son bir haftadır gittiğim her yerde kalbim acıyor.


Dün parkta kızımla oynarken, tam yanımızdan iki tatlı bayan geçti. Elleriyle işaret dili ile anlaşıyorlardı. Bizim duymadığımız seslerle, bizim bilmediğimiz bir lisanda... hemen başımı diğer yana çevirdim.


İki gün önce arabayı kilitlerken tam yanımıza bir araba yanaştı. Ön koltukta öne arkaya amaçsızca salınım yapan 20li yaşlarında bir kız vardı. Sorununun ne olduğunu anlamam sadece 2 saniye sürdü... başımı hızla diğer yana çevirip hızlıca oradan uzaklaştım.


Çok nadir gittiğimiz bir alışveriş merkezinde birkaç gün önce otoparka inmek için bindiğimiz asansörde tekerlekli sandalyede bir bey ile karşılaştık. İstanbul şartlarında yolda tek başına gezmesi mümkün olmadığından yanında iki kişi daha vardı. Başımı camekanlı asansörde dışarıya çevirdim.


Bugün ise kızımla el ele yürürken bankta annesiyle oturmuş 6 yaşlarında bir kız ile karşılaştık. Kanat çırpar gibi sallıyordu kollarını. Küçük bir kelebek adeta... başımı hemen denize doğru çevirdim.


Bakmak istemediğimden ya da bakamadığımdan değil. Yanlarından geçen her kişinin onları incelemesinden ne kadar rahatsız olduklarını bildiğimden. Her garip bakışın kalplerine tekrar tekrar saplanan birer hançer olduğunu bildiğimden. Her meraklı sorunun onların hayatından çalınan bir an olduğunu çok iyi bildiğimden... Ben de onların hayatlarını yaşadığımdan, yaşamasam da kızım sayesinde empati yeteneğimi çok geliştirdiğimden... başım hep diğer yanda.


Aslında öyle de değil mi? Ha sokaklarda cıvıl cıvıl konuşan, şakalaşan, gülen, koşan bir çocuk, ha onlar. Ne farkları var ki?


İnsanı insandan üstün kılan nedir? Daha 'normal' olmak mı? 'Normal' ne ki?

4 Eylül 2010 Cumartesi

Dalgalar


Bugün konuşma terapisinden çıkışta, ikimiz de hemen eve dönmek istemedik. Zaten sabahtan 2 saat trafikte kalmış olmanın verdiği gerginlik varken, harika havayı değerlendirmeden eve dönmek ikimize de yaramayacaktı. Boğaz kenarında kimseciklerin olmadığı, temiz ve harika manzaralı bir oyun parkı bulduk. Önce el ele kayalara vuran serin Boğaz sularını seyrettik, önümüzden geçen tekneleri inceledik, çevremizdeki insanları selamladık ve sonra parkta oynamaya daldık. Kızımla başbaşa zaman geçirmeyi çok seviyorum. Aramızdaki görünmez bağ öyle özel ki, ona her dokunuşumda, her sarınışımda, her öpüşümde, adece cennetin kapılarını aralıyorum. Bugün el ele tutuşmuş derin suları seyrederken, gözümün ta içine bakıp 'anneciğim seni çok seviyorum' derken, yanağıma o tatlı öpücüğünü kondururken, dünya nasıl da durdu haberin var mı? Güzel kızım... seni çok seviyorum.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Temple Grandin - Emmy Ödülleri


Temple Grandin - Kendi sayfası
Temple Grandin -Wikipedia
Temple Grandin - Filmin IMDb sayfası


Temple Grandin benim ve milyonlarca insanın gözünde bir kahraman. 1947 doğumlu olan Temple Grandin, o zamanlar doktorların tüm ısralarına rağmen kızını bir enstitüye kapatmayı reddetmiş olan annesinin büyük desteği sonucunda binbir zorluğu aşarak okumuş ve hayvan bilimi dalında profesör olmuş, halen Colorado Üniversitesi'nde profesör olan otizm tanısı almış bir kişi. Temple Grandin, çok sevdiği hayvan bilimine hizmet etmesinin dışında otizmi ve otizmli bireyleri daha iyi anlamız ve onları topluma kazandırmamız için de mücadele eden bir kahraman.

Bu sene kendi otobiyografisinden yola çıkılarak kendi ismini taşıyan ve hayatını kısmen anlatan film, seyircilerle buluştu. Tam 15 dalda Emmy Ödülüne aday olan film, 5 dalda ödül aldı. Temple Grandin'i ödül töreninde, sahnede görmek ise değer biçilemez bir mutluluktu.

Çocuğuna otizm tanısı almış her annenin endişesidir, gelecek ve okul kaygısı. Temple Grandin ve inanılmaz hikayesi ise bizlere gerçek hayattan birebir umut veren en büyük desteklerden biri bence. O yapabildiyse... neden biz de yapamayalım...

Eğer seyretmediyseniz, en kısa zamanda bu muhteşem filmi izleyin. Otizmi tanısanız da tanımasanız da, seyrederken kalbinize sihirli bir değnek dokunacak...